Bütün dinlerin bir felaketler silsilesi ve dünyanın sonu olarak öne sürdükleri kıyamet, bu istencin hala korkunç bir kalabalığı peşinden sürüklediğini hatırlatır. Buna karşın yok oluş, hayatın katlanılmaz akışı içinde sıkışıp kalan insan yığınları için umuda dönüşür.
Cennet ve sonsuz mutluluk, yok oluş perdesinin ardına gizlenmiştir. Acımasızlığı ve yıkıcılığıyla kıyamet, yığınların beceremediği devrimi tanrınıza yaptırır. Bütün o dehşetli felaketler, iyiyle kötünün hesaplaşmasını, kötülüğün (şeytan) nihai yenilgisini, ölümlü dünyaya bir ceza olarak gönderilmiş insanın ölümsüzlük dünyasına (cennet) dönüşünü simgeler. Yani dine, tanrıya inanmak, kendinin ölümsüz olduğuna inanmak anlamına gelir. İyi ama, neden her insanın öldüğünde geçeceği basit bir hesaplaşma değil de ölülerin bile topraktan çıkarılıp saf saf dizileceği bir dehşet anı?! Herkesin içinden geçeceği bir ateş şöleni neden? İyi bir tanrının dehşete bu kadar düşkün olmasını sağlayan ne?
İlahi adalet (!)
Peki peygamberler için mesele, vaat etmekten ibaret olduğuna göre; neden daha sevimli bir son vaat etmiyorlar?
Korku, bütün yeni toplumsal iktidar biçimlerinin vazgeçilmez silahıdır elbette. Dinler için de bu geçerli. Ama kıyamet teorileri, sadece bir korku dalgası yaratmak için değil, insanın bu hastalıklı tutkusuna hitap etmek için çıkar ortaya.
Ama bu, dediğiniz üzere ilahi adalet.
Şimdi kaçınılmaz bir son hazırladık kendimize… Önce tanrılar doğurduk korkularımızdan. Sonra doğurduğumuz tanrılardan korkar olduk. Kanla besledik tanrılarımızı. Yüce tanrılarımıza hep birilerini kurban vermek istedik. Çiğnedik iğdiş edilmiş etlerimizi ve yücelttikçe tanrılarımızı, insanlığımızdan da o kadar soyunduk!
Belki tüm zararlı fikirlerimizden arındığımızı düşünürken, becerttik kendimizi bizi yoktan yarattığına inandığımız tanrının yokluğuna! Yüce ve sefil bir uyku çekerken icat ettiğimiz savaşlarla besledik tanrılarımızı. Nerede bir tanrı beslediysek orada gömdük varlığın kendisini.
Ya sonra?
Tabi ki yönetim hırsımıza uygun medeniyetler inşa edip kan içtik, buna uygun iktidarlar biçtik. Tüm bunları bizi yoktan var eden yokluğun sözlerini dinleyerek yaptık.
Ama sonra birileri çıktı, tanrılar için kanla ve hırsla çizdiğimiz resimlere sadece çarpılar attılar; üstüne cesurca tükürdüler!
İnsanlıktan yana, tüm kapital ihtiraslardan uzak, kanla beslenmeyen bir bilge; çizdiği resmin yanına renkler koyarak daha güzelinin çizilebileceğini umut eder… Ama kahrolası dünyamızı kanla boyayanlar, kimse çarpılar atmaya cesaret edemesin diye çizdikleri bu sefil resmin yanına giyotinler koyarlar, idam sehpaları kurarlar ve gururla bunu sergilerler tanrılarına… İntikam derler, kan derler, barışın ütopya olduğundan bahsederler.
Merak buyurmayın; yine birileri çıkacak, tarih boyunca olduğu gibi bu lanetli resme tükürecek… Çarpılar atacak ve soracak: Kim bu kahrolası resmin sahibi ?
Son kertede kazanacak olan insanlık ve tasavvurların sınırlarını zorlayacak olan özgürlük idealidir. Çünkü aynı insanlığın tek çıkış yolu kendisini gerçekleştirmek ve tüm hırslarıyla yaşamaya çalışan kapitalizme dur demektir.
Karakedi