Y. Doğan Çetinkaya- Bakırköy / dogancetinkaya@yahoo.com
Derler ki “top devrimiciyi bozar.” Bu yargıda ne kadar homofobinin etkisi vardır bilinmez ama genelde solcuların futbol olayına hep tepkili yaklaştıklarına dair bir yargı, kanı veya tevatür vardır. Efendim neymiş, bir zamanlar çok yüce sorumlulukları olan devrimciler kendilerine kitlelerin afyonu olarak tanımlanan bir kitlesel eğlenceyi yakıştıramazlar mı? Türkiye’de daha çok 1970’li yılların politik ortamına referansla anlatılagelen bu hikayelerin tamamen asılsız veya temelsiz olduğunu iddia edecek değiliz. Düne dair bir araştırma yapmaya ve gerçeğe ulaşmaya da çok meraklı değiliz. Doğrudur bazı kimseler top hevesli gençlere “ne ediyonuz lan, top tepmekten başka işiniz yok mu?” diye sormuşturlar. Ama bu soruyu birçok gence veya top meraklısına babalarının da sormuş olması kuvvetle ihtimaldir, Türk filmlerinde dahi gizli gizli top oynamaya giden gençlerin hikayesi az değildir. Yani uzun lafın kısası 1980’lerden önce toplumun genelinde daha birçok şeye dair olduğu gibi futbola da hafif meşrep bir şeymiş gibi bakıldığı bir gerçektir. Ancak bunun çok sık gündeme getirilmesi insanı biraz kıllandırıyor doğrusu.
Zira bugün böyle bir tutumdan bahsetmek veya bu tavrı devamlı gündeme getirmek anlamsız bir çabadır. Hele hele top oynamak yasaktı, biz hem topumuzu oynarız hem de işimizi yaparız gibi “top peşinde koşturma”yı bir özgürleşme pratiği olarak ortaya koymak insanın kafasını biraz karıştırıyor. Birçok solcu kardeşimiz top oynayarak daha önceki baskılardan tepkilerden kurtulduklarını, hatta özgürleştiklerine dair bir hissiyata sahiptir. Bu genellikte başta değinilen tutuma atıfla gündeme getirilen bir tutumdur. Bu noktada uzun bir süredir futbol ve sol hayat biçimi hakkında, solcuların futboluna dair tartışmaların alıp yürümesi de bir tesadüfün eseri değil. Daha çok bu iddiaların arkasından gelmekte ve gelişmekte… Stadlara utanarak gittiklerini, gizli gizli top oynadıklarını söyleyenler artık statlarda kendi sol taraftar gruplarını kurduklarını ve göğüslerini gere gere maç oynadıklarını söylemektedirler uzun bir zamandır. Hatta bu faaliyetlerinin politik öneme haiz olduğu konusunda da ısrarcılar. Tribünleri değiştirmek, orada ortaya çıkan faşizan söylem, slogan ve örgütlenmelerin önüne geçmek efsane şeklinde dilden dile anlatılmakta.
Aslında futbolun endüstriyelleşmesi ile birlikte daha önce futbola ilgi duymayan veya bu dünyanın dışında kalmış pek bir toplumsal kesim de kalmadı. Entelektüellerden sanatçılara, politikacılardan ev kadınlarına, herkesin gündelik muhabbetine, tartışmalarına futbol daha önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak bir tarzda girmiş bulunuyor. Öyle ki top tepmenin ne şekilde endüstriyelleştigine dair açıklama yapmak bile artık anlamsız ve fuzuli bir çaba olacaktır. Zira bunun farkında olmayan hiç kimse yoktur. Futbol artık sahada oynan şeklinden reklamlara, forma satışlarından taraftar dükkanlarına, basında kapladığı yerden magazin programlarına, ekonomideki genişleyen yerine kadar artık eski futbol değil. Aynı büyüklükteki sahada, 11 kişiyle, gol atmak amacıyla oynanıyor olması da bu anlamda çok birşey ifade etmiyor açıkçası. Bundan dolayı futbol oynamanın, onunla ilgilenmenin kendisinin, kendiliğinden muhalif herhangi bir anlamı olamaz. Sadece çok meşru ve tüm gündelik yaşamı kaplayan şekli içinde eriyip akıp gitmekten başka.
Peki kardeşim bu meretin başka bir şekli, oynanma, yaşanma biçimi olamaz mı? Kuşkusuz başka bir dünyanın mümkün olması gibi, başka bir futbol da mümkündür. Ancak unutulmaması gereken önemli bir nokta bu dünyada farklı bir futbolun yaşamasının kabil olmayışıdır. Tanıl Bora’nın güzel ifadesiyle mevcut dünyada futbol heveskaranı olmak “karhanede romantizmden” başka birşey değildir. Ancak daha romantik tutum ve faaliyetler de mümkündür. Hele hele başka bir dünyanın başka bir futbolu hakkında kafa yormak statlarda bazı klüplerin solcu taraftarı olmaktan daha anlamlıdır.
Herşeyden önce varolan klüplerden herhangi bir tanesinin taraftarı olup, başka türlü bir futbol hakkında kafa yormak komik ya da daha hafif bir terimle naif bir tutumdur. İster üç büyüklerden bir tanesi olsun, isterse Anadolu kaplanlarından bir tanesi, mevcut takımların taraftarı olmak, formlarını giymek, haberlerini takip etmek ve onun başarılı olmasını istemenin birçok yanı sorunludur. Evet, kendi takımını yenilse de yense de, iyi günde kötü günde tutmaya çalışan taraftar grupları vardır. Bu kendi içinde çok anlamsız bir iş de değildir, yani diğer bi deyişle bir geyik olmasa da futbol dünyası içinde farklı bir renk, dokunun ötesinde birşey de değildir. Burada futbolun kitlelerin afyonu olmasına, eğlence endüstrisinin artık oyunun kurallarına, yeşil sahaya kadar müdahale ediyor olmasına rağmen çok değinmeyeceğim. Geyik olduğu için değil, tam tersi tartışmaya — katlanamayacak kadar inandığım için. Her dönemde futbolun siyaset ile ilişkisi olmuştur. Ama sporun bizatihi kendisi modern bir olgu olarak zaten beden politikalarının bir parçası olagelmiştir. Bunun dışında siyaseten nasıl kullanıldığını ayrıca analiz etmeye de gerek yok. İster imparatorluklar da olsun isterse ulus devletler de sporun ortaya çıkışı, yapılış biçimi ve kurumsallaşması hem toplumun yönetilmesi zihniyeti ile ilişkili olmuş hem de bunun karşısında alternatif spor yapma biçimleri de başka bir dünya tahayüllü kuranlarca çeşitli biçimlerde gündeme getirilmeye çalışılmıştır.
Özellikle 1917 Rus devrimi sonrası Proletkült hareketi çerçevesinde sayı saymanın ortadan kaldırılması, oyuncuların kendilerinin hakem olması, şiddete dayalı sporların yasaklanması gibi birçok deneysel çaba spor hayatına şekil vermeye çalışmış ancak üstün komünist insan yaratmayı hedefleyen profesyonel sporcu anlayışı ne yazık ki baskın çıkmıştır. Her ne kadar kitlelerin spora ulaşması yönünde olumlu tarafları da olsa, kapitalist ve ulus devlet merkezli spor anlayışı ile bu sovyetik spor biçimi aynı şeyin suyu olmaktan öteye gidememiştir. Ancak yirminci yüzyılın başında daha sol spor tartışmaları bize top oynama konusunda çok faydalı fikirler veriyor. Herşeyden önce insanların kendisini tüketecek bir biçimde profesyonel spor yapması, top oynaması saçma birşeydir. Aynı şekilde tek işi top oynamak olan ve bunu da sadece para için yapan insanların oyunlarını (ki buna oyun demek bile abestir) seyretmenin daha anlamlı biçimleri üzerine kafa yormak da anlamsızdır. Oynanan oyunu, gerçekten oyun haline getirmeksizin alternatif taraftarlık biçimleri üzerine kafa yorup, örgütlenmeye çalışmak en hafif deyimiyle farklı bir kimlik edinme uğraşıdır. Bir “yaşam tarzı” tercihidir. Takımına alınan yıldız futbolcular ile teknik direktörler ile övünmek veya bunlara karşı herhangi bir tavır geliştirmemek ve daha sonra farklı taraftarlık biçimleri üzerine kafa yormak ilginç bir tutumdur. Yine geçmişin amatörlük menkıbelerine biteviye tekrar edip daha sonra takımın başarılı olması için piyasanın gerekliliklerini desteklemek ya da onlara sessiz kalmak bu endüstriye katkı yapmak anlamına gelir.
Tabii bunları burada söylerken varolan futbolu seyretmenin gayri ahlaki bir tutum olduğunu iddia edecek değiliz. İsteyen istediğini seyreder. İstediği oyunu istediği şekliyle oynar. Bugünkü futbolu seyredip zevk aldığı için birisini mahkum etmek bir anlam taşımaz. Ancak bu endüstriyel dünyada farklı taraftarlık ve oyunculuk biçimlerine bir takım anlamlar yükleyip, farklı bir taraftarlık geliştirildiğine dair iddialar basit hülyalardır. Ama maçlara gitmek, televizyonda maç programlar nı kaçırmamanın sinemanın müdavimi olmaktan, tiyatroya gitmekten, kitap okumanın müptelası olmaktan, müziği sevmekten hiçbir farkı yoktur. Daha az ciddi de değildir. Ancak başka türlü bir futbol iddiası başka türlü bir dünyanın değerleriyle hemhal olmalıdır.
Peki kardeşim böyle ukalaca konuşmak kolay denilebilir. Napcaz o zaman. İyisi mi öğreten adam modunda, kıl bir tarzda devam edelim. Bir kere kardeşim takım tutacaksan o takımın oyuncuları profesyonel olmayacak. İşi gücü olan herkes top oynar. Hem de süper oynar. Kasap, bakkal, vatman, kasiyer iş her neyse herkes bir futbol takımında top koşturur. Kendi mahalli takımını kurabilir.
Kendi takımıyla kişisel problemleri olup veya keyfince takım değiştirebilir ama transfer mevzusu bizi bozar. Bir kişinin takım değiştirirken etik herhangi bir sorunu olmamalı. Elbette burada tek parti dönemindeki takım değiştiren sporculara spordan men cezası veren zihniyeti tavsiye etmiyoruz. O ayrı bir tarz. O da ters bize. Ama takım değiştiriyorsan da bir gerekçesi olacak kardeşim. Hem ne o öyle yendik, nasıl koduk gibi olaylar. Amaç gol atmak değil mi? At golünü git santraya kardeşim. Adam bir gol yemiş niye kakıyorsun kafasına, öyle skorborda falan yazıyorsun. Bir kere ayıp. Öyle ben yendim, sen yendim nedir bu kardeşim. Top oynuyoruz. Sonra ne o öyle takım renklerine, simgelerine faşizan bağlılık sevgi felan. Bu da bozar bizi. Anlamlı, ortak bir yaşanmışlıktan gelen değerlere falan eyvallah. Bugünkü takımların mazisi ile mevcut durumları arasındaki farklılık açı dereceleriyle bile ölçülemez. Bir de mazilerden, tarihlerden bahsediyorlar. Takım tutanların iğrenç demogoiisi. Tamam mahalli artık kaybolan takımların nostaljisine saygı duyuyoruz ama onlar da güçlü kalsalar yukarıda özetlenen şeyin suyu olmaktan öteye gitmeyeceklerdi. O zaman napıyoruz profesyonellik, endüstriyel ilişkiler, yenme, hırs, rekabet, şiddet, transfer vs. vs. bunları zinhar yok ediyoruz. Kenriı takımlarımızı, kendi organizasyonlarımızı yaratıyoruz. Ve kızıl top’un mümkün olduğunu ispata çalışıyoruz. Peki mümkün mü? Olmasa ne yazar. Biz topumuzu kendi bildiğimiz gibi oynamaya, sporu tekrar oyun kılmaya, mücadelemezi top tepmeye, top tepmeyi mücadelemize taşımaya, iki taş tek kale maç yapmaya devam ediyoruz. Varsın birileri statlarda matrix olmaya devam etsin.