Elvan- Ankara/lph_ashes@yahoo.com
Şimdi dünyanın yeraltı gizini ve dışını birleştirip, varılamayana varmak geliyor içimden. İçimden; bir insan ruhundan; soyutluktan, inançtan, imandan, duyguların karmaşasından ve uyumdan… Tüm doğa olaylarının yanında tinsel bir salıverilmenin umuduyla varlığımın doğasal boyutunu gözden geçirmek için düşsel bir yolculuğa çıkıyorum. Ne var ki; bahşedilen düşünme kapasitemin sınırlarını zorlayıp zorlamadığımı bilemiyorum. Sınırlar! Belki de sadece ölümün sözüm ona tuhaflığından ve anlaşılmazlığından kaynaklanıyor! Her şeyin bizim için bir işaret mi yoksa bir hiç mi olduğunun ayrımına varanların çatışmaları yalancı bir masal kahramanı gibi bastırılırken sessizlikte, doğanın yazgıları düşüncelerimi somutlaştırmama bile izin vermiyor. Ta ki kendime bir sığınak bulana kadar! Barınabilinecek yerler ve insanlar; paylaşım, dayanışma ve iletişim… İnsanlık tarihinin yegane kopmaz bağları… İlerlemeye destekçilerle karşı karşıya gelen dayatmacıların eseri bir dünya… Ve ruh-beden çalkantısında değişmez olguların hüküm sürerliği için yapılacak hiçbir şey yok gibi, olduğunu varsaysak da yetecek zaman yok gibi ben-cil düşünen yaratıklar için. Oysa isteseler de istemeseler de ya da farkına varmasalar da yönelimlerinin, onlar da etkileşimin birer öğesi. Başlangıcı olan düşünce biçimleri ve düşünce özleri etkileşimin durmaksızın akımı ile zamanla birlikte bir ilerlemenin ve yeni ilerleyiş alanları keşfinin tutarlı birer destekçisi haline dönüşüyorlar. Bizim gördüklerimiz ve göreceklerimiz etkileşimin yaşamımız sınırlarındaki akış sürecine bağlı; ancak süregeliş ve gidişlerde daha çokça handikaplar hazırlanıyor. Her bir çukur bizi bir anda yutup, farkındalığa ulaşma yolundaki emekleri söndürmenin planlarını kuruyor. Bazen de farkında olmadan zamanlamasıyla başkalarına (istem dışı) yardımlarda bulunuyor. “Hiç kimse ya da hiçbir şey mükemmel değildir.” söz atımının doğruluğuna bir onay da işte buradan geliyor. Etkileşim, ilerlemenin yegane işçisidir desek de, etkileşim çoğu zaman insanların tinsel parçalarını başka tinlere yamamak istemelerinden kaynaklanan dayatmalar yüzünden insanlığı toplumsal bir öykünüş ve benzerliğin içine itiyor. Bir ruh; bir ışık kümesini sağlayan nesnenin üstünün balçıkla kapanması gibi karartılıyor ve saklı gelişim yardımcıları siyahta kayboluyor. Gizli doğum hakkının da sessizce kabullendiği bireysel (bedensel-ruhsal) özgürlüğü yine haklarının farkında olmayan bireyler yok etmeye çalışıyor. Düşünce özgürlüğü bile bundan nasibini alıp, karanlığın içinde önüne başkaları tarafından konulmuş engellere toslayıp, sınırlandırmaların kurbanı oluyor, olduruluyor. Bu kibirle (midir bilinmez) ya da empoze edilen kinle intikam duygusuyla, o da diğerlerini sürüklendiği kuyunun dibine çektikçe çekiyor. Bu da birbirine benzeyen ve benzetilen; kalıplara sokulan ve ‘etik değerler’ adı altındaki yapay kurallar bütünüyle materyalize edilen sözde iyinin yolunda, sözde kötünün karşısında, sözde doğru sistemi bulmak için, sözde insanlık için yaptırım ve yatırımlarda bulunan insanların çizgisel; kendilerince doğrusal, sözde eleştirel, gerçekte dogmatik yollarının vazgeçilmez işleyiş yöntemi! Her geçen saniye birbiri üzerine ağlar ören insanların yetersiz beyin yormaları sonucu oluşan eskiye ihanet daha bir acımasız oluyor ve bunun yanlışlığının önemi sadece azınlık tarafından yakalanabiliyor. Ve bizler şimdi dayatmaların en acı gerçeğinin ortasında geriye dönüp etkiden arınmış doğru yollara ulaşmaktan, bunun için çaba sarf etmekten korkan birer çaresiz gibi dolanırken sürüde, bazıları çoktan arkalarını dönüvermişler bu pürüzsüz göz aldatıcı yola. Ve siz; sahteliğin üstünde kayıp gidenler, biz özgürüz deyip, toplumsal özgürlüğün imkansızlığı içinde akım nereye giderse oraya yönlendirilenler, biz de dayatma yok deyip, dayatmanın ne olduğu sorulunca kem küm edenler; şimdi dayatıldığınızın ve dayattığınızın en basit kanıtı karşınızda, karşı cinste saklı! Kendinizi diğer cinsin vücudunda hayal edin ve bakın bakalım balçıkla sıvanan ruhunuz o dayatılan farklı detaylara uyabilmiş mi?
Öz Ruh* ki her bedene uyar ve hiçbir bedenden ayrılmakta zorluk çekmez. Ama en uygunu önceden belirlenmiştir.
* Dünyevilerin kavrayamayacağı kadar uçsuz bucaksız bir bilinmezlik diyarının varlığının yanında bilebileceklerimiz o kadar az ki… Bu cümledeki farzedilen yargıya bir insan varamaz. Demek istenen sadece “’Öz Ruh’ un cinsiyeti yoktur!” düşüncesidir eşitlikten yola çıkılarak… Ama bu da ‘anlamamız’ için yeterli değildir.