Koca salonu pencerelerden kaçamak ve umursamaz giren günışığı aydınlatıyordu. Belki buna aydınlık denmez ama yürünebilir yollar ayırt edilebiliyordu; fakat yüzler yine de karanlık kalmıştı.
İnsanlar standart masalara çoklu kurulmuşlar, garsonlar dikkatli ve ajanvari dolaşıyorlar aralarında. Belki bir an varolmalarını gerektiren şeyi işitecekler ve eğildikleri masadan hiç olmadığı kadar kibarca ayrılacaklar ve şeflerine büyük komplonun anahtar ipuçlarını verip, standart masa sakinlerini mimletecektiler. Şef, derin heyecanın sükunetiyle parlayan gözlerini o masaya dikecek ve bütün salon karartılacaktı. Hiç sebep yokken onca insan arasında, hiçte “şef” e benzemeyen sıska adamın bakışlarıyla kararan geleceklerini gören mimliler ise, utançla karışık onur duygusunu tadarken teslim olmayacaklardı. Aniden, ceketleriyle gizledikleri silahlarını çıkartıp, salondaki insanları doğabilecek kaosa ve bilinmeze karşılık, kendi güvenlikleri için rehin alacaklardı.
AMA HİÇTE ÖYLE OLMADI!!!
Salondaki insanların şaşkınlık ve merak ünlemleri bir kara bulut gibi kulaklara yağdı. Şimdi, salondaki herkes o masaya bakıyordu, arka taraftakiler ayağa bile kalkmışlardı. Şef ve üç adamı, büyük bir sürprizi bozmak istemezcesine -karanlıkta at pisliğine basmak istemezcesine- yavaş yavaş ilerlediler mimli masaya doğru, ve birkaç metre kala durdular. Bu anda sessizlik olmuştu salon ve bir an sonra herkesin içini fokurdatan merak, küçük bir heyecanı patlatıverdi büyük bir gürültüyle. Kalabalık: “NEVRACBaONULDu” gibi garip bir sesi yankıladı durdu. İnce, kısa kollarını havaya kaldıran şef,
- HeeEy!! Sessizlik!, SESSİZliik! Diye bağırdı. Bu sıska, ince ve zayıf kollu adam öyle bir bağırdı ki, sanki derisinin bir arada tuttuğu her şey bu “ses” olmuştu.(Şefliği nereden geliyor, şimdi anlaşıldı)
- “Ayağa kalkın beyler” dedi büyük şef; ve suçlular yavaşça bağlı bir ipi fazlaca gerip kopartmak istemezcesine kalktılar ayağa. Bütün bu olanlar ortadaki büyük suçun farkında olunduğunu gösteriyordu. Suçluların başı suçtan eğilmişti, şef ve adamlarının başı ise zaferden dimdiktiler. Az sonra sorgulama salon sakinlerinin tanıklığında başlayacaktı.(doğrusu “merak” denilen şey bu olsa gerek)
Sorgulamanın büyük şef tarafından ne zaman başlatılacağını beklerken, ayağa kalkmış başı eğik suçlulardan biri konuşuverdi,
- Biri bize neler olduğunu söylesin, yoksa birazdan gülmeye başlayacağız.
Şefin yüzü büyük bir pişkinliği sindirmekte güçlük çekiyora benziyordu, gitgide kızarıyordu. Şef,
- “Çabuk istihbaratı veren garsonu çağırın, yoksa gülecekler!” dedi ve anlaşılan biraz rahatlamıştı -sinsice güldü-. Şefin adamlarından biri gitti ve garsonu getirdi.
- “Evet, buyurun” dedi garson, garsonca. Şef,
- “Şimdi “bizlere” neler duyduğunu yüksek sesle söyle”.
- “Bu beylerin siparişini getirmiştim ve tek tek her birinin önüne siparişlerini yerleştiriyordum. Bu sırada şu beyin, şu kısa boylu ve kötü giyimli olanın diğerlerine –“şu sarı saçlı salak garsonu görüyor musunuz? İşte! Tam arkamdan geçerken ellerinde tuttuğu her şeyle ve tüm iyi garson tavırlarıyla onu düşüreceğim” dedi.
Sanırım kastettiği, müessesemizin en iyi garsonlarından ve tüm çalışanların dostluğunu kazanmış olan Le’ ydi. Sonra bildiğiniz gibi tüm duyduklarımı size haber verdim efendim. “ŞEF”,
- “Tamam, şimdi çekilebilirsin. Sanırım “SUÇ” un ne “olduğu” artık herkesçe biliniyor.