Aşkın Yücel – askin@solucanfanz.in
Çocukluğumuzda oynadığımız atariler uzaktan kumandasız, renkli televizyonlarda da çalışırdı, atari televizyona skart girişinden bağlı, atariye de silah (joystick) bağlı, ekranda ördek görüyorsun ve tetiğe basıyorsun, ördeği vuruyorsun. Uzaktan kumandalı televizyon bile belli bir yerden kumandayı algılarken (kırmızı-yeşil ışığın yandığı yer), bu televizyonun yüzeyinde ördek nasıl ölüyor?
– Silah-etkin olarak düşünülegeldiğinden, dışa doğruluğun etkin olarak düşünülmesinden kelli basit bir akıl yürütme gerektiren bu soru karşımıza “teknoloji bilgisi” gerektiriyormuş gibi gelir. Televizyondaki “ördek”ten gelen ışık, silahın tetiğine bastığımızda açılan sensörü uyardığında silahın kablosundan atariye,
atariden de televizyona aktarılarak ördek öldürülmüş olur. Silah biçiminde değil de yine sensörlü başka bir joystick kullanılsa bu soru “teknik” hale gelir mi?
Silah neden zaaf belirtisidir?
– Silah-etkin olarak düşünülegeldiğinden, dışa doğruluğun etkin olarak düşünülmesinden kelli basit bir akıl yürütme gerektiren bu soru karşımıza “teknoloji bilgisi” gerektiriyormuş gibi gelir. Televizyondaki “ördek”ten gelen ışık, silahın tetiğine bastığımızda açılan sensörü uyardığında silahın kablosundan atariye,
atariden de televizyona aktarılarak ördek öldürülmüş olur. Silah biçiminde değil de yine sensörlü başka bir joystick kullanılsa bu soru “teknik” hale gelir mi?
Silah neden zaaf belirtisidir?
Cep telefonu teknolojisi ile henüz yeni yeni tanıştığımız bir dönemde, arabalı feribotlarda telefon kartıyla ankesörlü telefondan arama yapmak mümkündü. Nasıl?
“Wireless” sözcüğü “Kablosuz” olarak kültür içine oturdu. İngilizce’ye aşina olmayanlar dahi “vayırlıs”tan bir şeyler anlıyor. Tarihi kadar sözcük kökenleri de birşeyler ifade edebiliyor. “Wire” karşılığı tel “-less” son eki olumsuzluk olarak karşılandığında; pekala arabalı feribotlardaki ankesörler anlaşılır hale gelebiliyor ya da 522 alan kodu olan araç telefonları; çok kadim bir teknolojiyi ifade etmekte…
“Wireless” sözcüğü “Kablosuz” olarak kültür içine oturdu. İngilizce’ye aşina olmayanlar dahi “vayırlıs”tan bir şeyler anlıyor. Tarihi kadar sözcük kökenleri de birşeyler ifade edebiliyor. “Wire” karşılığı tel “-less” son eki olumsuzluk olarak karşılandığında; pekala arabalı feribotlardaki ankesörler anlaşılır hale gelebiliyor ya da 522 alan kodu olan araç telefonları; çok kadim bir teknolojiyi ifade etmekte…
Düşüncede mimari anlayış kent kurulumlarının okumasında bize kendini yakalatabilen uygunluklardandır. Günümüz kent kurulumlarında, kent merkezlerinde istikrarlı bir biçimde egemenlik sembollerine rastlamaktayız, egemen olan kendini sembolik bir biçimde ortaya koymakta. Örneğin kentin merkezinde tüm ürünlerin oraya taşındığı bir borsa bulunmaz, bu borsanın varlığını koruyan, pekiştiren bir egemenlik sembolü bulunur; lakin buna karşın ve bununla birlikte bu borsaya ürün getiren en uzak yerleşim (birden fazla olabilir, merkez ise tektir) borsadaki fiyatı en yüksek maliyet olma sebebiyle belirler, marj olmaktır. Merkezde sembolik olan varsa, biz neyi karşımıza alıyoruz yani merkezde olan nerede olanın sembolüdür?
Ulrike Meinhoff:
“Başının patladığı hissi, kafatasının parçalanacağı, patlayacağı hissi.
Beyninin tıpkı bir erik kurusu gibi buruştuğu hissi.
(…)
Hücrenin kıpırdadığı hissi –uyanıyorsun, gözlerini açıyorsun– hücre kıpırdıyor(…)
Dilsiz kalma hissi.
Artık sözcüklerin anlamını ayırt edemiyorsun –ancak keşfedebiliyorsun– ıslık sesi veren harfleri kullanmak; s, ş, ç kesinlikle dayanılmaz.
Sözdizimi, gramer denetlenemiyor. İki satır yazdığında, ikinci satırın sonunda birincinin başını hatırlayamıyorsun…”
“Başının patladığı hissi, kafatasının parçalanacağı, patlayacağı hissi.
Beyninin tıpkı bir erik kurusu gibi buruştuğu hissi.
(…)
Hücrenin kıpırdadığı hissi –uyanıyorsun, gözlerini açıyorsun– hücre kıpırdıyor(…)
Dilsiz kalma hissi.
Artık sözcüklerin anlamını ayırt edemiyorsun –ancak keşfedebiliyorsun– ıslık sesi veren harfleri kullanmak; s, ş, ç kesinlikle dayanılmaz.
Sözdizimi, gramer denetlenemiyor. İki satır yazdığında, ikinci satırın sonunda birincinin başını hatırlayamıyorsun…”