Aşkın Yücel – askinyucelseckin@gmail.com
O kadar dağınıktı ki masa hani imkanım olsa ayaklarından yakacaktım düzenlemek yerine. Pencereden dışarıdaki beyazlığı izlerken camdaki erimiş kum tanelerini gördüm. Miyoptum. O gece etraf dağılmış yalnızca sesler kalmıştı. Onlar da duvarlara çarpa çarpa azalıyorlardı. Canlı bir fotograf buldum yatağın üzerinde çıplak. Soğuk kapıdan üfürdüğünde rüzgarını bir tüy hafifliğinde yere düştü. Gözüm raftaki albüme ilişti, fotograf albümüne içinden rasgele bir fotograf aldım. Ne de hızla çürüyordu meyveler masanın üzerinde. Kapıyı kapadım, ateşi yaktım. Geride hiç bir iz bırakmamış olduğuma emin olmalıydım. İmkansızdı. Kar her ne kadar üzerini örtse de iz kalmaması için unutmam gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. “Unutmak ihanettir” duvara çarpan seslerden oluşturduğum anlamlı bir bütündü. Artık haindim. Kendime karşı oynadığım bu oyunda masadan kalkamadım. Donmuştu bir kare, ne ileri alabiliyordum ne de geri. Camı kırdım. Süzüldü. Ağladım. Hıçkırıklarım duvarları çürütünceye dek. Güneş doğana dek çalıştım ve duvardan kopardığım bir parçayla evin içinde bir ev ve masanın altında bir kare inşa ettim. Tıpkı bir göle ya da havuza atlar gibi o kareye balıklama atladım. Erise de bir çürüse de bir. Çok uzaklardan gülüyorum yalnızca…