Selamlar. Nasılsınız?
Eh…
Epey durgun görünüyorsunuz, hep böyle misinizdir?
Yo hayır, fakat titrek yapraklardan mıh gibi alnıma damlayan bir tutam hüzün bütün kimyamı bir anda ele geçirdi inanır mısınız?
Elbette sizi çok iyi anlıyorum, ama bunu konuşmayalım. İsterseniz bize Kadıköy’ün hayatınızdaki yeri ve önemini anlatarak başlayın, ordan yürüyelim.
Ben burada doğdum. Doğarken öyle güçlü ağlamışım ki ağıtım bizim mahalleden başlayıp Kadıköy sokaklarının bütün duvarlarında yankılanarak selamımı taşımış. Tabii duyan gelmiş, büyük annem misafirlere Kadıköy’ün en leziz kurabiyelerinden ikram etmiş, kimseyi aç bırakmamış. Zaten benim sülale 7 nesildir Kadıköylü. Cumbalı bir apartmanımız var, ahşap olduğu için restorasyona tabi şu an. O sebepten bir süreliğine şu an terasında oturduğunuz apartmanda ikamet ediyoruz, bizi mazur görün.
Yok canım, buranın manzarası çok iyi. Anladığım kadarıyla Kadıköy sizde aidiyet, mülk ve zenginlik gibi çağrışımlar yapıyor. Allah her kuluna bağışlamaz böyle nimetleri.
Belli ki beni elit bulduğunuzu ima ederek küçümseme derdindesiniz. Fakat ben sandığınız gibi biri değilim. Elimin altında saydığınız değerlerin bulunması elbette şansın en müstesna eseri, fakat esas hüner bunlardan ne manada faydalanabildiğinizdedir. Ben bu zenginliği gönül zenginliğine dönüştürebilenlerden oldum. Siz en derin rüyalara dalmışken ben sabahın erken saatlerinde ritüelime başlarım. İçine sevgi katılmış sımsıcak bir kahveyle selamlanan bedenim terasta yerini bulup şiirlere dökülmeye başlar. Saatlerce, sayfalarca yazarım.
Şimdi açık konuşalım, nasılsa kimliğinizi ifşa etmeyeceğiz. Kahvenin içine karıştırdığınız sevgi kokaine mi yoksa esrara mı tekabül ediyor?
Bakın ben naif ruhlu bir insanım. Fakat incindiğim zaman içimde nasıl fırtınalar kopuyor bilemezsiniz. Ara ara bu içsel coşku sinir krizlerine dönüşebiliyor. Röportaj vasıtasıyla birilerinin kulağına gider de özel karışımımla kendimi sakinleştiremeyecek hale gelirsem, sizi fırtınamın girdabında süründürürüm!
Ay o ne biçim küfür!?
Varoluşçu bir tınısı var değil mi? Şimdi uydurdum. Zaten Sartre’ın da dediği gibi cehennem başkalarıdır.
Demek felsefeyle de ilgilisiniz.
Şiirlerime baharat gibi serperim felsefe taşından kazıdığım partikülleri, tanrının insanları dünyaya fırlattığı gibi… Tanrı da bizlerle beraber sonu gelmez bir anlam arayışındadır, fakat bilir ki esas anlam arayışın kendisindedir.
Kitaplarınız iyi satıyor bildiğim kadarıyla. Bu okuma özürlü insanların memleketinde tanınır hale gelmenizi tanrısal tutumunuza borçlu olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Tanrının sesi her insanın damarlarında eşit frekansta titreşir, fakat kimileri işitmekte daha yeteneklidir. Ben de bu sesi duyabilmek adına çeşitli yollardan geçtim. Eskiden yazdıklarımı paylaştığım sade bir bloğum vardı. Mamafih pek rağbet görmemişti keza dediğiniz gibi insanımız okumuyor. Ben fotoğrafla da ilgileniyorum, sokak çocuklarının fotoğraflarından oluşan bir sergi yapmıştım. Her fotoğrafın yanına minik mısralar iliştirilmişti. O da tutmadı. Sırada ezilen kadın konulu bir sergim vardı. O sergi için kendim de poz vermek istedim, bir dostum beni işinde çok iyi olan ünlü bir fotoğrafçıya takdim etti. Fotoğrafçı beni ilk kadın prototipine benzetmişti, bu sebepten bana Eva diye hitap etmeye başladı. Zamanla sık sık görüşür olduk. Her buluşmamızda bir fotoğrafımı çekip sosyal medyadaki hesabında paylaşıyordu. Azimle yeni pozlarımı bekleyen bir kitle oluştu. Bu vesileyle fotoğrafların yanına şiirlerimi iliştirmeye başladım, inanılmaz bir geri dönüş aldık, artık hüznümü paylaşan ufak ama sevimli bir güruh vardı. Ordan yürüdüm.
Mücadelenizdeki binlerce ibretten ayrı ayrı nasiplendikten sonra soruyorum, hüzün sizin için ne tür bir silah?
Ben silah demezdim. Hüzün, ya da eski adıyla Melankoli, benim için güzel bir deniz kızının yaşlanıp Deniz Teyzesi’ne dönüşmesindeki kırılgan süreçtir. Deniz Teyzesi’nin çantasında çocuklara dağıtmak için rengarenk şekerler olur, şekerler renklerini deniz kızının gençliğinden ve güzelliğinden almıştır. Hüzün şiirlerimde Halil’dir, Hakkı’dır, Recep’tir, Osman’dır…
Fakat şiirlerinizdeki hüzün insanları tüketiyor farkında mısınız? Ağlaklığın ekmeğinden pay almak isteyen kaçıncı insansınız biliyor musunuz?
Etrafınıza bir kolaçan ettiğinizde donuk ve ruhsuz insanlar göreceksiniz. Şiirlerimden damlayan sıcak gözyaşlarıyla bu duygusuzluk batağına saplanmış dünyayı değiştirmek istiyorum. O yüzdendir daha fazla insana ulaşmaya çalışmam. Tiraj umrumda değil, zaten param var, artan geliri de hayır kurumlarına bağışlıyorum.
Ne güzel. Ya benim aklım Halil, Recep, Hakkı ve Osman’da kaldı kusura bakmayın, maça mı çıkacaksınız hayırdır?
Ah hayır 🙂 En hüzünlü olanlar sert mizaçlı görünenlerdir aslında. O adamların sır gibi sakladıkları kırılgan ruha dokunmak istedim. Hem yerelden beslenmeye önem veririm ben. Alehandro’yu anlatsam daha mı iyiydi?
Bana kalırsa Halil, Hakkı, Recep ve Osman’ı hiç tanımıyorsunuz. Onlara tepeden baktığınız her halinizden belli oluyor. Mesela Halil, Hakkı, Recep ve Osman sizin hakkınızda ne düşünüyor olabilirler hiç aklınıza geldi mi?
Bence esas siz onlara tepeden bakıyorsunuz. Onları komik bulmuyor musunuz?
Sizinleyken evet 🙂 Neyse sanırım muhabettimiz kilitlendi, sabahlara kadar aynı eksende dönmemek adına röportajı sona erdirelim derim ben.
Memnuniyetle, iyi akşamlar…
Size de, hoşçakalın.