Adrian Berry
Hiperuzayda, o ne uzay ne de zaman ne madde ne de enerji ne de hiçbir şey olan hayal edilemez bölgede insan bütün galaksiyi, zamanın birbiri ardına gelen iki anı arasında kat edebilir.
Isaac Asimov, The Foundation Triology
Uzay gemilerinin evrende, sanki evren Londra Metrosu’ndan biraz daha büyükmüşçesine hareket etmesine olanak tanıyan “hiperuzaydaki zıplamalar” olmasa, yıldızlar arası maceraları anlatan pek az bilimkurgu romanı akla yakın gelirdi. Ancak çok yakın zamana kadar fizikçiler böylesi yolculukları hayal ürünü diyerek göz ardı etme eğilimindeydi. Öyle olmasaydı ne kadar iyi olurdu ışıktan daha hızlı yolculuk etmeyi olanaksız kılan kuralları hiçe sayan torunlarımız en yakın yıldız sistemindeki Alpha Centauri’ye birkaç haftada ulaşır, on-on beş binyılda da Samanyolu Galaksisi’ndeki yaşamaya elverişli bütün gezegenlerde koloniler kurarlardı.
Hiperuzay yolculuğu hayalden ibaret olmayabilir. New Scientist’te çıkan bir makalede 1989’dan beri bu konuda büyük kuramsal ilerleme kaydedildiği bildiriliyor. Michael Morris ve Kip Thorne, 1989 da Cari Sagan’ın Contact (Temas) adındaki romanını akla yatkın göstermesine yardım etmek için bir yazı yayımlamışlar. Akla hayale sığmayacak karmaşıklıktaki bir tünel sistemiyle uzaydaki bölgeleri birbirine bağladığı varsayılan, uzay-zamanın yapısındaki “solucan delikleri” bu işin anahtarı. Elnstein’ın genel görelilik kuramının (1916) denklemlerine göre uzay-zamanın süreklilik gösteren bir yapısı var. Gezegenler ve yıldızlar gibi büyük cisimler etraflarındaki uzayı ve zamanı yaratır.
Bu tünellerin girişleri her yerde ama -sorun da burada- çapları o kadar küçük ki, atomların gezegenler kadar büyük görünmesine neden oluyorlar. Fiziksel olarak mümkün olan en küçük ebatlardalar, bir santimetrenin trilyonda birinin trilyonda birinin milyarda birinden daha büyük değiller.
Dolayısıyla, hiperuzay yolculuğunu gözde canlandırmanın üç yolu var. Birincisi uzaygemisini ve mürettebatını bu boya indirmek ve bildik uzaya çıktıklarında tekrar büyütmek ki pek mümkün görünmüyor, İkincisi alışılmamış bir mekanizmayla (Örneğin çekici kütle çekiminin zıddı olan itici kütleçekimiyle) bir solucan deliğini makul bir büyüklüğe getirmek ki bu da çok zor görünüyor. Üçüncü yol ise, Princeton Üniversltesi’nden Richard Gott ve Pullman’daki Washington State Ünlversitesi’nden John Cramer’in ortaya attığı gibi, hali hazırda var olabilecek makul büyüklükte solucan delikleri aramak. Bu fikir evrenin kendi tarihinden kaynaklanıyor. 15 milyar yıl önce Büyük Patlamayla yaratıldığında evren çok çok küçüktü. Peki nasıl bu kadar büyüdü? Bu sorunun çoğu fizikçinin kabul ettiği cevabı “şişme”, yani birkaç salisede itici kütleçekimiyle evrenin şimdiki büyüklüğüne ulaşması. Her şeyin büyümesine neden olan bu muazzam genişleme, ilkel solucan deliklerini de bugün olduklarını tahmin ettiğimiz alt-alt-mikroskobik büyüklükten milyonlarca değilse bile binlerce kilometrelik çaplara getirmiş olabilir.
Bundan sonraki adım böyle bir solucan deliği bulmak bun başarılması için çoğu gök bilimcinin rutin olarak yaptığı bir işe -ışıklar olağandışı bir biçimde titreşiyor mu diye milyarlarca yıldızı seneler boyu gözleme işine- biraz daha emek ahrcanması gerekiyor. Yıldızların ışıkları çeşitli şekillerde, çeşitli sebeplerden titreşebilir ama Morris bir yıldızla aramızdan geçen bir solucan deliğinin yıldızın çok farklı parlamasına neden olacağına inanıyor. İtici kütle çekimi yüzünden genişlemişse (ki büyük boy bir solucan deliği olabilmesi için başka çare yok) arkasındaki yıldızın, orta kısmı biraz sönük “çifte başak” şeklinde ışınlar yayacağını tahmin ediyor. Eldeki yıldız görüntüleri arasında, böyle alışılmamış parıltılar saçan yıldızları arayabiliriz.
Ancak solucan tünelleri ister küçük ister büyük olsunlar büyük olasılıkla son derece karmaşıklar. İçlerinde yolculuk etmenin hiç de kolay olmayacağını öngörüyor kuramlar, çünkü en kurnazca kazılmışlabirentimsi bir Roma mezarından bile daha karmaşık bir biçimde dallanıp budaklandıkları düşünülüyor. Birbiri ardına yol ayrımları, birbiri ardına ilmekler kaybolmama şansını son derece düşürüyor. Kısacası kimse böyle bir labirentte nasıl yol alınacağını bilmiyor. Şimdilik solucan deliklerini bildiğimiz kadarıyla insanın sadeced nereye çıkacağını değil ne zaman çıkacağını da bilmek olanaksız. Bazı kuramlar (ama hepsi değil) seyyahların zamanda geri gideceğini ileri sürüyor.Başka bir evrenin bildik uzayına çıkmaları gerekiyor çünkü bu evrenin geçmişine dönmeleri olanaksız. Neden mi? O zaman kendi ana babalarını daha tanışmadan öldürmek olanağına sahip olur ve böylece yasak bir paradoks yaratmış olurlar da ondan. Bu nedenle uzay gemisi tasarımcılarının bildik zuaya ve görece ağır bir hıza mı sadık kalacaklarına yoksa son derece karmaşık bir bilimin mi izini sürecekelrine karar vermeleri gerekecek.